30 Ağustos 2010 Pazartesi

Yoruldum...

Yorgunum çok… Yaşadıklarımdan ve yaşamadıklarımdan… Yaşamak isterken, yaşatamadıklarımdan ve yaşattırılmadıklarımdan…
Uyumaya bile vaktim yok. Düşman her an atakta… Hatta gözümü bile kırpamıyorum. Her an tetikteyim hayata karşı… Dostlarımı yakın, düşmanlarımı daha da yakın tutmaya çalışıyorum kendime… Ve uyumuyorum, düşman hemen dibindeyken uyunmaz çünkü…
Hep idare etmeye çalıştım, insanları, olayları ve hayatı… Ve şimdi yoruldum idare etmekten… Bıraksam, bunca insan ne olacak peki? Bunca “ben”liğe alışmış bir sürü insan var dışarıda ve “ben”liğe alışmış onca iş tabii ki…
Biri benden bunları alıp benim için idare eder mi, bir süreliğine acaba? Ve ben de uyusam birazcık şöyle kıvrılıp… Gürültü yapmayın ama… Bir süre sessiz olun lütfen… Göz kulak olun ama insanlarıma ve olaylarıma ben yokken… Bakalım ne kadarını, kaç gün kaldırabilirsiniz. Evet biliyorum; “Biz insana kaldırabileceği kadar yük yükleriz” diyor. Ve şimdi bana; “artık dinlen biraz ama yerine, senin yaptıklarını yapacak birini bul, önce… Çünkü evrenin bir dengesi var, senin görevin devam ettirilmeli, senin yokluğunda” dedi.
Bakıyorum etrafıma… Yok… Bir süredir başka bir savaşçı arıyorum. Ben uyurken, savaşacak benim yerime… Yok mu ışığı açık tutacak biri? Sen? Sen yapabilir misin bunu? Okudun mu? Anlatabilir misin benim gibi? Dokunup, öpebilir misin benim gibi peki, öğrendin mi? Yapabilirsen ne mutlu bana, ben de kıvrılıp uyuyayım şurada en azından bir 5 dakika… Ne dersin? Haydi idare et biraz benim için…
En azından dene yapmayı… Yorulacaksın hem de çok, bunu bil. Ama başardığın zaman kendini dinletmeyi ve benim gibi dokunup, öpebilmeyi, çok keyif alacaksın inan bana… Yorgunluğun yok olacak.
Ben mi neden yoruldum bunca keyifli ise eğer? O kadar çok anlattım ki, o kadar çok dokunup, öptüm ki… Anlattıklarım çoğu yerde boşa gitti, duvara çarptı geri geldi bana… Aşamadığım katı duvarlara rastladım, etrafından dolaşamadığım, üstünden atlayamadığım, içinden hiç geçemediğim… “Biz…” diyordu “bazılarının kalplerini mühürleriz”. Açarım belki dedim mühürleri, açamadım. Anladım ki sonra o mühürler bu ömürlük, o bazıları için… Ama sızdım ruhlarına bıraktım bir parça, taşımaları için diğer hayatlarına… O kadar çok öptüm ve dokundum ki, buz gibi bedenlere ve bıçak gibi keskin dudaklara… Karşılığında hep yalan dokunuşlar gördüm ya da dokunsa da üşüten buz gibi eller… Isıtmadı hiçbiri beni… Karşılığında hep yetişkin olmayan dudaklar öptü beni, acı tadı vardı büyümemiş dudakların… Ya da hevesleri bir kibrit çöpü gibi ateşliydi. Artık ne elim gidiyor, ne de dudaklarım… Ne öpesim var, ne dokunasım. Keyif vermiyor o vücutlar bana… Gözlerini gördüğüm an, anlıyorum ne kadar sürer bu sevişme… Ve her biri en fazla bir güne ya da bilemedin bitiyor birkaç güne…
Uyumak ve susmak istiyorum. Çünkü uykumda konuşamam, anlatamam. Çünkü uykumda öpemem, dokunamam. Ve uyuyup, uyanınca, belki birileri anlattıklarımı özler de dinler, belki birileri dokunmamı ve öpmemi özler de, o dokunup, öpmek ister önce diyorum…
Şimdi bulmak lazım birini idare edecek. İdare etsin bakalım, benim gibi anlatabilecek mi, dokunup, öpebilecek mi? Ben de bu denemeler esnasında, uyuyup dinleneyim biraz… Sonra uyandığımda, gel bana anlatırım yine sana, ama dokunup, öper miyim bilmem. Rüyalarımın kadını girerse rüyama, bakarsın onu ararım uyandığımda… Ve sen sadece bir di’li geçmiş olursun öptüğüm ve dokunduğum ya da senin bunların hayalini kurduğun…

Hiç yorum yok: